Nehir'in Seyir Defteri
19 Ağustos 2011
Annem- kitabı- ödülü...
Annem plansız yaşamayı sever.
Plansızlık hayat yolunda ansızın önüne açılan kapılardan yararlanma olasılığını arttırıyormuş, öyle diyor. Yok değilse hiç bir zaman hayalini kurmadığı bilgisayar öğretmenliği ile yemek yazarlığı sıfatlarını nasıl elde ederdi? Bence haklı :)
Aslında benim annem evleninceye kadar yemekmiş, mutfakmış, (kim sınıflandırdıysa!) kadın kısmısının işleriymiş hiç anlamazmış. 30'a birkaç dakka kala evlendiğini de göz önünde bulundurursak bu kadın nasıl olur da 2 yemek kitabının yazarı olur, bir de üstüne üstlük bu kitaplardan biri ile uluslararası bir yemek kitapları yarışmasından dünya üçüncülüğü ödülü alır benim için bir muamma. :)
Evet, resimler durumu özetleyecekler; Mart ayında hepimiz için bir ilk olarak Paris'teydik.
Gourmand ödülümüzü almak için... Annem İtalyan aşkı adlı kitabını elbett
e bu ödülden dolayı çok seviyor. Ancak sevgisinin tek nedeni ödül değil :)
Senelerce İtalyanca öğrenmeye çabalamasının hayatına pozitif bir katkısı olmadığına dair düşüncesini de değiştirdiği için seviyor annem kitabını... Eeee, kitap bizi kanatlarına aldı, Paris'e götürdü. Hepimiz için güzel bir ilk!
Paris devam ...
20 Şubat 2011
Beyoğlu'nda bir kitapçıda annemin iki kitabı...
Beyoğlu Beyoğlu....
Beyoğlu da böyle bir yer işte.
Bugün gazetede Italyan konsolosunun Beyoğlu'nu Italya'ya benzettiğini okuduk. Bunun sebebi ne kadar çaba harcansa da caddenin bozulamayan tarihi dokusu olsa gerek.
Bir de bir peyzaj mimarı arkadaşın (hocasından zikrederek) söylediği gibi, göz hizasının üzerine bakabilen insan olmak ayrıcalık (aslında daha ziyade mutluluktur).
Beyoğlu, göz hizası civarında birbiri ile konuşmaktan ziyade küs kardeşler gibi oturmayı seven çiftlerin takıldığı kafeler, ucuzluğa girmiş trendy kıyafet dükkanları, şapka-atkı eldiven renk karmaşacıları ve bir de parasını bir kitap için zor denkleyip gelen öğrencilerin doldurduğu kitapçılardan başka bir şey değil. Ha bir de arada kampanasını çınlatarak geçen kırmızı tramvaylar var tabi.
Ancak göz hizası üstü tarihi bir şölen....
Frida Kahlo sergisi ve Beyoğlunda bir güzel öğle sonrası...
Frida Kahlo aslında baba tarafından Alman olsa da Meksikalı bir ressam. (Geçtiğimiz) Yüzyılın başlarında doğmuş. Bir zamanlar (şimdiler nedense bu güzel hobiye ayıracak vakit bulamıyor) biyografi koleksiyoneri olan annemin ilk olarak 90'larda dikkatini çekmiş. Afa Kadın yayınları serisinden, hakkında hiçbirşey bilmeden kitabını aldığı Frida Kahlo'ya annem o günlerde hayranlık geliştirmiş.
Son derece şanssız bir kaza sonucunda ilk genclik yıllarında 2 sene kadar yataga baglı kalan Frida, babasının yatağının tepesine astığı boy aynası ve eline tutuşturdugu boya kalemleri sayesinde kısa zamanda Meksika'nın ve ardından dünyanın sayılı ressamları arasına girmiş.
Frida'nın ressamlı macerasında ölümsüz aşkı ve sevgilisi ünlü ressam Diego Riviera'nın da katkısı hafifsenmeycek kadar çok.
Aslında güzel olmamanın ötesinde neredeyse çirkin sayılacak bir yüze ve bedene sahip olan Diego, Frida'nın yerlere göklere sığdıramadığı bir aşkın tek kahramanı olma şansına sahip olmuş.
Frida adlarındaki harf sayısları tutsun diye adını değiştirip (aslında Frieda) resimlerinde kucağına aldığı, ya da tek düşüncem sensin dercesine alnının orta yerine çizdiği Diego için kelimenin tam anlamıyla yanmış tutuşmuş.
Ancak öte yandan ilişkileri süresince her ikisi de başka insanları hayatlarına almaya devam etmişler.
Temelde izlenimci ressamların hayranı olan annem, kategorisini naif ve sürrealist olarak (nacizane) belirleyebildigi Frida'ya karsı hayranlığının tam sebebini belirleyemiyor.
Ancak ölümsüz bir ismin fırça darbelerine yakından bakabilmenin çok mutluluk verici olduğunu düşünüyor.
İşte bu nedenin peşinde bir cumartesimizi Pera Müzesinde geçirdik.
Çünkü annem ne bir daha Frida ile Diego'nun sergisi buraya gelir, ne de biz Meksika'ya gideriz dedi...
Bunlar da Diego'dan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)