24 Eylül 2010

İlk hafta bitti. 5. gün sabah, annem beni uyandırmaya kıyamazken...


Okulun 4. gününde annem okuldaydı (belli mi oluyor!)

sabah okula annem ile gittik. Sevis parası yatırması gerekiyormuş. Önceki gece annem bana yarın seninle okula geleceğim dediginde biraz bozulmadım desem yalan olur. Ne çabuk özgürleştim ben yahu...
Annem kalemlerimi açmam için kendi elleri ile diktiği kumaş bir çöp kutusu verdi bana....



Farkındaysanız artık sıra arkadaşım Kuzey degil. Kuzey ile çok iyi anlaşmamızın faturası ağır oldu :)

Sınıfın öğretmen gelmeden önceki hali. Valla maşallah deyin.

Aksam oldugunda da kuzenim Poyraz ile Outlet'te karşılıklı limonata içip yorgunluk attık. Ondan sonra da Baumax'a gidip oranın top havuzunda azıp tekrar "yorgun" olduk :)

20 Eylül 2010

Artık ben okulluyum. :)


Annecigim benim. Ne kadar da gururlu görüyor musunuz :) Maşallah

Anneannecigim bugünü görmek için kalktı İzmir'den geldi...


Canım babacım

Sıra halleri...

İşte bu da güzel gözlü öğretmenim Nilgün :)


Tören çok mu uzun sürdü ne, ızdırap çekiyorum :)


Su perisi (sakın bana prenses demeyin, deli oluyorum)


Törende müzik çaldılar. Fırsat bildik. Biz birlikte dans etmeyi severiz zaten...


Bahçede...


Kuzey ile hararetle konuşuyoruz.




Sıra olduk içeri girdik... Annem öğretmenime çiçek almayı akıl edemediği için pek hayıflandı.. Öğretmenimiz çok iyi bir insanmış, öyle diyorlar. Ne güzel.. Bu arada Kuzey'i bırakamıyorum farkındaysanız.








Merdivenlerde bile elini bırakmadım...





Sonunda yan yana oturabilmek için bir yer bulduk...






Sınıfım 1B...







15 Eylül 2010

Pamuk Şeker Yapıyoruz



Bugun tüm birinci sınıf ogrencileri oryantasyon denen alıstırma derslerine gittiler.
Ben gördügünüz gibi lay lay lom :)
Bunda okulun 19 km uzakta olması, annemin hala araba kullanamaması gibi nedenler de etken tabi.
Yine de şekeri tercih ederim :)

12 Eylül 2010

Horoz İbiği denen güzellik

Haziran sonlarına dogru, geçen sene trt'de seyrettigimiz bir belgeselde not aldıgımız üzere Bursa'nın Cumalıkızık köyüne günübirlik bir gezi gerçekleştirmistik. Belgeselde her sene Haziran ayında sözkonusu köyde ahududu şenliği yapıldığı anlaıtlıyordu. Elbette insan sadece Ahududu yemek için 2 saat yol yapmaz (bilmem yapar mı yoksa?) belgesel köyün koruma altına alınmış (ve nerdeyse hiç bozulmamış) geleneksel Osmanlı köyü yapısını da öve öve bitiremiyordu.

Çok güzel bir gün geçirdik biz orada. Yeri gelmişken bir gün yolunuz Cumalıkızık'a düşerse elbette ahududu reçeli de alın, alın ama sadece tadımlık alın. Annem reçel konusunda son derece amatör olmasına rağmen annemin oradan alıdığı taze ahududularla yaptığı reçel hala misler gibi ama katkısız oldugu iddia edilerek bize satılan reçeller bir süre sonra renk degiştirip dondular.

Bu anlamda bizi kandıran köylüleri kınıyoruz.

Öte yandan bahçesinde muhteşem bir kahvaltı etme şansı yakaladığımız teyzenin bize hediye ettiği horoz ibiği çiçekleri için minnettarız.

Teyze anneme el kadar bir kaç fide verdi, verirken de dedi ki bak bunu bahçene dik, gelen giden soracak sana bu ne, ben de isterim diye.

Annem biz çocukken buna kadife çiçeği derdik diyor. Adı her ne olursa olsun bir kaç hafta içinde nerdeyse 1 metreye varan çiçekler renkleri ve ihtiaşmları ile bizi büyülediler.

2 gün evvel annem 4 geniş saksı aldı. Aynı o teyze gibi gelecek seneye doğanın hediyelerini çoğaltacakmış.

Bakalım Annme bu yazıyı aglamadan yazabilecek mi?





9,5 yıldır kendisini evin çocugu sanan kedimiz Mırnık fip denen illet bir kedi hastalıgına tutuldu.


Aslında veterinerin dedigine gore

kedilerin bagısıklık sistemine saldıran ve organları birer birer işlemez hale getiren bu virüs belki de yıllar evel girmis olabilirmis Mırnık'ımızın bedenine.


Fakat artık göreceli olarak yaşlandıgı icin bir seyler oldu ve hastalık onu ele geçirdi.


Temmuz ortası itibariyle çok gözyaşı, çok emek, çok ilaç, çok vet'e git gel, cok serum ve yine cok gözyaşı Mırnıkcıgımız ancak 1,5 ay yaşayabildi.


Vet eger bu bir yaş fipse (ki kurusu da varmış ve o bir kac yıl daha verirmis kediciklere) en fazla 15-20 gun yasayacagın kehanetinde bulunmustu kedimizin ama annem bir bucuk ay boyunca didindi durdu.

Aslında didinen yalnızca annem degildi, annemin onu bıramak istemedigini anlayan Mırnık da cok ugrastı.


MUhtemelen annemin onun gitmesine tam olarak hazır olacagı günü bekledi pamuk kedimiz.


Bir pazar akşamı aslında kocaman şişmiş göbeginden dolayı artık yukarı kata bile cıkmak istemeyen Mırnık annemin yanına yukarı kata çıkmış, hatta yatağa yanına atlamıs. Annem kalbinden geçenin doğaya karşı boşuna direnmek oldugunu ilk kez anlamış. Mırnık'a demiş ki:

İstersen ölebilirsin. Eğer ölmek istiyorsan artık ölebilirsin. Yok ama yaşayacagım diyorsan ben gene sana bakarım...


Ertesi gün Mırnık kendini bıraktı. Çünkü kim ne derse desin kedilerin de bir ruhu vardır.

Ne kadar acı çekseler de sahiplerinin hazır olmalarını beklerler...


Çok ağladık. Hala da bitmedi aslında.


Ama kapımıza gelen bir kedi var ki, Mırnık'ın gidecegine dair sinyallerle beraber önceleri seyrek seyrek, simdilerde hergün ziyaretini gerceklestirmekte.


Doga biliyor, kimse kimsenin yerini dolduramaz. Ama acısını azaltabilir.

Bu kediye Nehir ile Kaan "güzel kedi" dediler.

Adı "Güzel" kaldı.
Not: En tepedeki resim 2001 baharı gibi çekilmiş.

03 Eylül 2010

Akünün bittiği yer :(

Annem 3-4 gundur cok fena. Hayat yoldaşımız Mırnık bu dünyadan geçti.... cok agladı annem. Biz de agladık tabi. BU konuyu uzatmayayım. Annem simdi biraz daha iyi çünkü kendine Mırnık artık kuşlar gibi özgür dedikce iyi oluyormus. daha fazla konusmak ve düşünmek işi bozuyor.
Neyse. En nihayetinde dışarı cıktık birlikte. Biraz gezelim dedik. Ancak ineklere varınca, akümüz bir ineklik yaptı :()